Ben çocukluk yıllarımda, bahsettiğim bu hunharlıktan pek de payımı alamadan büyüdüm. O yıllarda özellikle mutfak tezgahının hayatımızda mukaddes bir yeri vardı; korunması kollanması, kızdırılmaması gerekirdi. Mesela 10x20 cm karelik tezgah sağ uç kısmı "kirli tabakların konulabileceği" bölümken, devam eden 18x20 cm karelik kısım kloraklı steril kısımdı. Tabi aradaki "az kirli bulaşıkların" toplandığı çilekeş noktayı unutmamak lazım, çünkü temiz bulaşık olmak o yıllar için çok zordu... Tezgahın uç noktasından musluğa doğru devam eden yolda, benim için zorlu, bulaşıklar için çok daha zorlu, ananem içinse eften püften zamanlar geçiriyorduk.
Ananemin mutfağında her şey tüzüğe uygundu, koşullar sterildi,.. Zaten mutfak ahalisinin başka türlü hayatta kalmasına da imkan yoktu. Pazardan alınan karpuzlar ciflenir, elmalar defalarca sudan geçirilip kurulanırdı. Her şey düzenli, her şey parlak... Öyle bir noktadaydık ki buzdolabını her açışımızda bize bize buzdolabının kapağındaki çukurluğa tutturulmuş el bezi eşlik ederdi... Ellerimizde pamuktu, bozulsun istemezdik elbette ama eşlik sebebi dolabın lekelenmesinin bir nebze önüne geçebilmekti... Neyse ki bu yaşananlar ananemin evinde kalıyordu ve kendi evimize geldiğimizde pisliğin dibine vuruyorduk.
Şimdi ise ofis mutfağını her gördüğümde yüzüme oturan kocaman gülümseyişin sebebidir anlatılanlar..